Zürih - 1.Bölüm


Kıskandıran yaşam standartı, ağız sulandıran çikolataları ve peynirleri ile orta Avrupa’da gastronominin odak noktası olan Zürih, turizm klişelerine pabuç bırakmayan soylu tavırlarıyla sizi bekliyor.
Zürih “Muhakkak ziyaret edilmesi gereken şehirler” listenizin en üst sıralarında yer almalı. Yemyeşil, tertemiz, stressiz, güzel, derli toplu, refah toplumu olduğunun izlerini gözler önüne seren adeta mutlu insanlar diyarıydı sanki. Zürih’in beni en çok etkileyen yanı ise, dildeki, nüfusdaki ve doğadaki çok renkliliği oldu. Malesef bunu artık kıskanmaya başladım, çünkü bizim ülkemiz her geçen gün tek renge dönüyor.
Zürih yürüyerek keşfedilebilecek şehirlerden. Hem de bizim gibi bebeği olan gezginler bulunmaz kaftan. 3 gün boyunca havalimanından otele, otelden şehir merkezine kilometrelerce yürüdük, bir kere bile Ege’nin arabasını kucaklamadık. Kaldırımları, yaya geçitleri, bina girişleri o kadar güzel yapılmışki bir kere bile zahmet çekmedik.


08.03.2013 Cuma
Seyahate çıkmanın ilk şartı ucuz uçak biletlerini kollamak. Türkiye’de insanlar genelde hep son dakikacıdır, bir türlü organize olup uçuş tarihlerini kesinleştiremez. Ucuz uçmak istiyorsanız, güncel promosyonları takip edin. Biz gezginler için uçağın nereye gittiği değil, bilet fiyatının ne kadar olduğu önemlidir. Bu sayede aklımızdan bile geçmeyen ülkelere seyahat ederiz.
Şansımıza Pegasus yeni bir hat açtı ve Zürih’e uçmaya başladı. Aklınızda olsun yeni açılan hatlar her zaman promosyonlu çıkar. Yanlız Pegasus’un yemekleri ve hatta suyu bile ücretli verdiğini unutmamak lazım. 2 saat üstü uçuşlarda sıkıcı olabilir.

Sabiha Gökçen Havalimanı, Atatürk Havalimanında göre bariz bir şekilde daha sakin. Güvenlik kontollerinden geçmek de otobüs ile ulaşım da gayet kolay, yanlız önceden check-in yapmakta fayda var! Pegasus’un check-in bankosu her daim cinnet kalabalık olabiliyor.
Güvenlikten geçtikten hemen sonra sağ tarafta Kahve Dünyası var. Efendi gibi bir kahve içip kruasan ile kahvaltı etmek isterseniz havalimanı için çok makul fiyatlara çıkabilirsiniz. Aksi takdirde havalimanları her daim pahalı olabiliyor.

Saat 11:30’da kalkan uçakla Zürih’e uçtuk. Ege henüz 1 yaşını doldurmadığı için hiç sorun yaşamadığımız son gezilerimizden biri oldu diyebilirim. Uçakta önce Özenç’le sonra benim oyun oynadı sonunda da Özenç’in kucağında sızdı. Tabii Pegasus Havayollarının yanımızda bebek olduğu için orta koltuğu özellikle boş bıraktığını da bahsetmeden geçemiyeceğim. Uçakta boş yer oldukça bebekli yolculara böyle bir kıyağı oluyormuş saolsunlar.

Pegasus’la uçunca sırf para vermemek için insan yemek yiyesi gelmiyor. Ama uçağa binmeden önce internet üzerinden yemek siparişi verirseniz kısmen daha uygun fiyatlı oluyor. Zaten vereceğiniz 8-10 euro, çok da pintilik etmeye gerek yok. Ben tavuklu menü aldım fena değildi.

İsviçre her ne kadar Avrupanın göbeğinde olsa da euro kullanmıyorlar, havalimanına indiğinizde 50€ bozdurmakta fayda var (100 CHF = 83€). Daha sonra valizleri aldığınız bantın hemen yanından şehir merkezine gitmek için tren biletinizi otomattan alabiliriniz (6.60 CHF). Biz önce S2 sonra da Tro 33 hattını kullanarak tam 24 dakikada otelin kapısına geldik.


Ulaşımdan otele yemekten alışverişine kadar İsviçre çok pahalı bir ülke. Dolayısıyla aynı uçak bileti gibi, otel için de promosyon yakalamakta fayda var. Mercure Stoller Zurih şehir merkezinden 7-8 durak uzaklıkta ama küçük çocuğu olanlara tavsiye ederim. Önceden rezervasyon yaparsanız geceliği 100 CHF’ya geniş bir oda bulabilirsiniz.
Ege’nin altını değiştirip eşyalarımızı bıraktıktan sonra hemen otelin önünden kalkan 2 no’lu tramvayla merkeze gittik. Bebek arabasıyla tramvaya binmesi inmesi çok kolay. Turnikelerden geçmek veya basamaklardan çıkmak gibi bir zorluklar asla yok.
Şehir merkezi tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi tren garı civarında kurulu. Ben garları gezmeyi severim, Avrupanın çok farklı şehirlerinden gelen insanlar koşuşturma içerisinde o trenden iniyorlar bu trene biniyorlar. Devamlı bir dinamiklik soz konusu. Bir forumda okuduğum kadarıyla garın içindeki sosisçi şehrin sayılı sosisçilerindemiş. Biz de fırsattır diyip büfeye yanaştık.

2 çeşit sosis vardı. Ne olduğunu bile sormadan ikisinden de birer tane sipariş verdim. Kırmızımtrak olan biraz yağlıydı pek hoşuma gitmedi ama beyazımsı olan çok iyiydi. Gavur ellerde sosis olayını seviyorum. İçi yumuşak ve sulu dışı ise kıtır kıtır oluyor. Isırınca sosis önce korttt ediyor sonra ağzınıza lezzet şelalesi boşalıyor.

Garın içerisinde İsviçre’nin en meşhur çikolatacılarından biri olan Sprüngli’nin bir şubesi var. Çikolatalar pastalar o kadar bol o kadar çeşitli ki gözünüz dönüyor hepsinden yemek istiyorsunuz. Fakat baştan uyarayım çok pahalı. Yarım kiloluk 4 kişilik pasta 23 CHF (80 TL)

Garın tam karşısında bizim İstiklal Caddesinin muadili Bahhoff Strasse var. Araç girişi yasak sadece yayalar için! Şansımıza yağmur yağdı ama olsun bir daha kaç kere geleceğiz Zürih’e! Bu caddede ilk durağımız Läderach oldu.
Burası zannımca Sprüngli’den bir gömlek üstün bir yer bir yer. Amma velakin fiyatlar ise en az 2 gömlek fazla. Çikolatalar ışıklandırılmış cam kafeslerin içerisinde sergileniyor. Kendinizi sanki kuyumcuda hissediyorsunuz.

İsviçre demek çikolata demek onu anladım. Ama taş yerinde ağır derler ya o hesap! Fiyatlar bana nedense “kol böreğini” hatırlattı. İsterseniz arka taraftaki açık mutfakta truffle yapımını izleyebiliriz. Şansınız varsa ücretsiz çikolata tadımı da yapabilirsiniz.

Ege henüz ufak olduğu için daha çikolatayla tanışmamıştı o yüzden rahat ettik. Yoksa buraya 1 sene sonra gelseydik zevkten sekiz köşe olacağına eminim. Zira gerçek bir çikolata düşkünüyseniz buraya geldiğinizde Disneyland’a gelmiş çocuk gibi hissetmemenize imkan yok. Mesela çikolatadan yapılmış şu tavşanın kulağını ısırmak kimin rüyalarını süslemez ki?

Zürih’de alışveriş için Coop diye bir market var ben çok beğendim. Organik ürünler oldukça zengin. Eşe dosta hediyelik götürmek için hazır paket fondü tercih edilebilir. Hazır paketlerde satıldığı için akmaz, kokmaz.

Ama İsviçredeki fondülerde kullanılan peynirin hafif kokulu olduğunu belirtmeden geçmeyeyim. Alışkın olmayanlara pek hitap etmeyenilir. O yüzden alacaksanız hafif olanı alın. Kendine güvenenler geleneksel olanı değil daha koyu kıvamda olan kokulu olanları tercih edebilir.
“Benim fondüyle işim olmaz, efendi gibi peynirimi yerim” derseniz tam yerindesiniz. Onlarca çeşit peynir sizi bekliyor. Yanlız bizim pazarlardaki gibi “ustam köşesinden kes bakayım, ay çok tuzluymuş, az tuzlusu yok mu bunun?” diyerekten sıradan hepsinin tadına bakmak gibi bir kültür malesef burada yok!

Zürih şehir merkezinde gezilecek yerler fazlasıyla var. Güzel yanı hepsine yürüyerek gidebiliyorsunuz. St.Peter kilisesi, Weinplatz Meydanı, Fraumünster Kilisesi, Münster Köprüsü, Wasserkirche, Grossmünsterkirche aklımda kalan güzel mekanlar. Ama ne yaparsanız yapın mutlaka bir köprünün üstüne çıkıp altınızdan akıp giden nehrin şırıltısını dinleyerek bu güzel panaromanın keyfini yaşayın.

Akşam yemeğinde lokal ürünleri yemek boynumuzun borcu. Bunun için bir İsviçre klasiği olan Fondü yemek üzere Raclette Stube’ye gittik. Mekan ufak tefek 5-6 masalı bir yer o yüzden 1 hafta öncesinden rezervasyon yaptırmıştım. Aslında bir fondü 2 kişiye rahatlıyla yeter ama biz bir daha buraya gelemeyeceğimiz için bir de ayrıca raclette sipariş ettik.
Belki çok tekrarladım ama burası da ucuz bir yer değil, ama ufak tefek şık ve nezih bir yer. Yıllardır bu işi yaptıkları için fondü konusunda uzmanlaşmışlar. Yemekte fondüyle beraber ne içilir diye sorduk, el cevap “Şarap” dediler. Kırmızı, beyaz farketmezmiş ama fondüyle beraber usulen şarap içilirmiş. Garsona sorduk bana Aigle grand vin vaudois tavsiye etti, Özenç’e ise Merlot del Ticino’yu uygun buldu. İçki işinden pek anlamadığımız için hiç sorgulamadan eyvallah dedik.

Biz içtikçe güzel olduk, biz güzel oldukça Ege’nin yanakları kızardı. Yemeklerimizi beklerken saolsun Ege bizi hiç üzmedi.

Efendim fondü denen yemek İsviçrelilerin, Fransızların erimiş peynire ekmek bandırılmasına verilen isimmiş. Gruyere peyniri (bizim gravyer peynirinin kuzeni) ve Vacherin peynirinin yarıya yarıya eritilmesi, üstüne de şarap ve vişne likörü eklenmesiyle yapılıyormuş. İsteyene sadece Vacherin peyniri ile yapılanı da var, ama o biraz daha light kalıyor. Esaslı ve kokusu yerinde bir fondü isterseniz yarıyarıya olanından yiyin.

Erimiş peynirli bulamaçın içine isteğe göre ekmek veya haşlanmış patates daldırabiliyorsunuz. Ekmekler hazır kesilmiş geliyor. Özel çatalları ile ya ucundan acık peynirden alırsınız ya da aslanlar gibi dibine kadar daldırırsınız. Artık keyif size kalmış.
Raclette ise fırınlanmış ve eritilmiş peynirin kesilerek tabağınıza konulmasından ibaret. Yanında minik soğanlar, turşu ve kornişon ile birlikte geliyor. Pek matah bir şey olduğunu söyleyemeyeceğim. Hoş güzel ama öyle damağınızda lezzet patlamaları filan yaratmıyor.

Bir geri dönelim fondümüze. Bir kere fondünün mutlaka alttan yanıyor olması gerekliymiş. Yoksa içindeki peynir donarmış, akışkanlığını kaybedermiş. Samsun Trabzon Rize o kadar yer gezdim, hiç bir yerde mıhlamayı alttan böyle ısıtıcıyla getireni görmedim. Buradan Karadenizli ustalara sevgiler!

Ekmekler hazır kesilmiş olarak geliyor, taze ekmek değil. Özellikle hem kurumuş hem de hafif bayatlamış. Fondü çatalları ile rahatça ekmeği tutup fondüye batırabilmek için ekmeğin mutlaka bayat olması gerekiyormuş. Aksi takdirde sıvılaşmış peynire batırınca çubuktan düşermiş.

Kızgın yağın içine et daldırılarak yenen fondüyü veya sıcak çikolatanın içine çilek daldırılarak yenen fondüyü denemiştim. Ama peynirlisini ilk defa deniyorum. Güzel mi? Evet çok güzel! Trabzon gezisinde ayıla bayıla yediğimiz mıhlamanın sosyetik kardeşi diyebilirim.

Ekmekle hammaliye yapmak istemiyorsanız isterseniz haşlanmış küçük patatesleri kullanabilirsiniz. Ama ben patateslisini pek beğenmedim. Ekmekle yiyince yüzeylere daha çok peynir yapışıyor daha çok peynir yiyorsunuz.

Birer kadeh şarapla birlikte fondü ve raclette için tam 60 CHF ödedik. Zürih’e gelip de efendi gibi bir fondü yemek istiyorsanız mekanı tavsiye ederim ama malesef paşa paşa bu parayı bayılacaksınız.

Akşam otelimize dönerken su almak için hemen otelin yanındaki bir Türk bakkalına girdik. Çok ciddiyim bir su alıp çıkacaktık ama içeridekileri görünce şaşkınlıktan az daha bayılacaktık.
Az yağlı beyaz peynir, tam yağlı beyaz peynir, Maraş peyniri gibi çeşitler tamam bizi çok şaşırtmadı! Bir çoğu Almanya’da yaşayan Türkler tarafında üretilmiş Alman malıydı.

Avrupanın tam ortasında hazır yufkayı görünce aderenalin biraz yükseldi.

Sarı Zeybek’ten tut Yeşil Efe’ye kadar Rakı çeşitlerini görünce bu sefer endorfin salgılamaya başladık. Arkadaş bir İstanbul’da bile mahalle bakkallarında artık bu kadar çeşit bulamıyoruz.

Esas şoku ise Çupra ile yaşadık. En yakın denize en az 500 km uzakta olan Zürih’te ayıklanmış temizlenmiş Türk Çuprasını görünce artık pes dedik. Hiç unutmam Kazakistan’da yaşarken biz de her hafta Çupra ve Hamsi alırdık.

08.04.2013 Pazar
Yeme içme hoş güzel tabi ama Löplöpçülerin olayı bir yandan da “gezmek”. Malum ailemize artık bir bebek katılınca haliyle bebekle gezerken yaşadığımız zorlukları veya güzellikleri sizinle paylaşmak şart. Türkiye’de her ne hikmetse kaldırımlar ne az 25 cm yükseklikte yapılıyor. Ayrıca yaya geçitlerinde, kaldırım sonlarında malesef her zaman rampa olmuyor. Hadi ben bebek arabasının ön tekerlerini kaldırırım sonra arkasını kaldırırm ama peki ya tekerlekli sandalyede gezen yaşlı teyzeler nasıl geçecek?

İşte medeniyet budur arkadaş. Yaya geçitlerinde kaldırım yüksekliği ile araç yolunun yüksekliği aynı. Hoppidi hoppidi yapmadan rahatlıkla geçiyorsun. Valla ne yalan söyliyeyim 3 gün Zürih’te dolandık bir allahın gününde de bebek arabasını kucaklayıp kaldırmak zorunda kalmadık. Bir de İstanbul’da bebek arabasıyla Levent’ten Şişhane’ye gitmeyi deneyin.
Sabah kahvaltısı için merkezdeki Sprüngli’ye uğrayıp biraz kendimizi şımartalım istedik. O kadar güzel kekler pastalar var ki anlatamam. Küçük bir pastaya 7.50 CHF (18 TL) verilir mi? Normal koşullar altında verilmez ama dedik ya maksat kendimizi biraz şımartmak!


Biraz işin ucuzuna gireyim derseniz Nideltörtli kesinlikle favorimdir! Biz de kahvaltımızı ortaya karışık birşeyler söyleyip birer kahve ile geçiştirdik.

Amma velakin Sprüngli’de esas almanız gereken şeyin kesinlikle Luxemburgerli olmalıdır. Fransa yazısında ballandıra ballandıra anlattığım makaronlar vardı hatırlar mısınız?

İşte Fransada’ki makaronlara İsviçre’de Luxemburgerli diyorlar.

Biz de ufak çaplı bir paket yaptırıp yanımız aldık. Cumartesi günleri Rathaus Köprüsünün yanında Pazar kuruluyor. Uygun fiyata ekmek, peynir veya çikolata almak isterseniz kaçırmayın derim.

Bu arada biz de fazla dayanamayıp köprünün üstünde Luxemburgerliyi önce meşhur ettik sonra mideye indirdik. Sprüngli’den aldığımız Luxemburgerliler gönlümüzde hatırı sayılır bir yer edindi.

Yazının ikinci bölümü az sonra...


  • Love
  • Save
    Add a blog to Bloglovin’
    Enter the full blog address (e.g. https://www.fashionsquad.com)
    We're working on your request. This will take just a minute...